1. Konuşurken Yabancı Sözcük Kullanma:

 

Feyza Hepçilingirler “Türkçe Off” adlı kitabında, “Amerikancanın saldırısı karşısında neler yapılabileceğini, ne yapmak gerektiğini konuşmak için bile geç kalmış durumdayız. Kimi sözcüklerin yanlış söylenmesinden çok daha ciddi bir tehlike bekliyor bizi bugün. Doğru yazılışını, doğru okunuşunu bilmediğimiz yüzlerce sözcük doluşuyor Türkçeye. Yarısı Türkçe, yarısı İngilizce sözcükler üretiliyor. “Madem dünya dili değil, bırakalım bu dili; İngilizceyi alalım.” diyenlerin sesleri duyulmaya başladı bile.” der.

 

Bu ifadeleri doğru bulduğumu söyleyebilirim. Dilimiz özellikle konuşmada asıl varlığını ve özelliklerini kaybediyor. Dilimize yerleşmiş yabancı sözcükleri artık kabul edelim ve kullanalım. Ama artık daha fazla yabancı sözcüğü dilimize sokmayalım. “Senin aşkın bana extra large” diye şarkılarımız olmasın. “Kusura bakma” demek yerine “pardon” demeyelim. “Teşekkür ederim” demek zor geliyor diye “mersi” demeyelim. “Ukala, kendini beğenmiş” gibi ifadeler dururken “snop” sözcüğünü kullanmayalım. Çünkü bu yabancı sözcüklerin henüz dilimizde karşılıkları var. Ancak bunlar dilimize yerleşirse dilimizdeki karşılıkları yok olacak ve dilimiz daha da zayıflayacak.

 

2. Konuşurken Eski Sözcük Kullanma:

 

Konuşmada eski sözcük kullanma bir ayrıcalık değildir. Konuşmalarında eski sözcük kullanan kişiler zaman zaman ukala olarak da nitelendirilir. Belki ukalalık değil ama konuşmada eski sözcük kullanmak anlaşılmamayı göze almak demektir. Eski sözcük derken çoğunlukla Osmanlıca sözcükler söylenebilir. Bu sözcüklerin yeni karşılıkları vardır. Herkesin anlayabileceği yeni karşılıkları varken eskiyi kullanmakta ısrar etmek dile zarar vermektir. Her konuda olduğu gibi dilde de kendini yenilemenin öneminin farkına varıp kültürel açıdan eski sözcükleri ve anlamsal karşılıklarını bilmeliyiz; konuşurken ise herkesin anlayabileceği sözcükler kullanmalıyız.

 

Bir de bu sözcüklerin telaffuz zorlukları vardır. Telaffuz edilişlerine göre sözcükler bir birine karışabilir: “Muharebe-savaş/ muhabere-haberleşme” “muhteris-hırslı/ muhteriz-çekingen”  “sukut-düşme/ sükut-susuş” gibi. 

 

     “Malumunuz veçhiyle/  fevkalâdenin fevkinde / heyet-i umumiye…” gibi tabirler kullanarak konuşması ancak Osmanlıca sözlük kullanarak ya da bu tabirlerin anlamını söyleyebilecek kişilere başvurularak anlaşılabilen biri olmamak en iyisi.

 

     “Temaşa- hoşlanarak bakma, izleme/ tahayyül- hayalde canlandırma, hayal/rey- oy/ mütalâa- düşünce, görüş / telâkki- anlayış, görüş/ tahkik- araştırmak, soruşturmak/ numune- örnek …” Görüldüğü gibi eski sözcüklerin dilimize uyan, herkesin anlayabileceği karşılıkları var. Bu nedenle eski sözcükler yerine bunları kullanmaya özen gösterelim.

 

  3. Konuşmada Gereksiz Sözcük Kullanımı:

 

Konuğumuzla yapacağımız söyleşiyi canlı olarak yayınlıyoruz.” Cümlesindeki “olarak” sözcüğü gereksiz kullanılmıştır.

 

     “Doğu Anadolu Bölgesi’nde birkaç gün önce yağmaya başlayan kar yağışı aralıksız sürüyor.” Bu cümlede yer alan “kar yağışı” ifadesinde zaten karın yağdığı anlamı vardır. O halde ikinci bir “yağmaya” sözcüğünü kullanmanın mantıklı bir nedeni yoktur. “Yağmaya” sözcüğü gereksiz kullanılmıştır.

 

     “Öncelikle sohbetimize geçmeden önce izleyicilerimize yemek tarifini verelim.” Sunucu yemek tarifine öncelik vermek isterken, anlatım bozukluğu yapmaya öncelik verdi. Anlatım bozukluğunu gidermek için cümlenin başında yer alan “öncelikle” sözcüğünü çıkarmak gerekir.

 

     “Ben şahsen, kişisel olarak, bu filmde oynamak isterdim.” Her insan kaçırdığı fırsatlardan dolayı pişmanlık duyabilir ya da beklenti içine girebilir. Bunu doğal karşılıyoruz, ancak “şahsen” ve “kişisel olarak” aynı anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla bu sözcüklerden birisi gereksizdir.

 

    “Mesela örneğin…” Biliyoruz ki, “mesela” da “örneğin” de aynı anlamı karşılar. Bir cümlede aynı anlamı karşılayan birden fazla sözcük de kullanılmaz. O halde örnek vereceğimizde ya “mesela” ya “örneğin” sözcüğünü kullanacağız.

 

     “Fazla param olmadığı için mecburen otobüsle gelmek zorunda kaldım.” Sık sık  kullanırız bu, “mecburen… zorunda kaldım” ifadesini. Gülümsettiren bir dil yanlışı değil mi? Evet, “mecburen zorunda kalmamak” lazım. En iyisi mi ikisinden birinde karar kılmak… Kendimizi zorlamanın anlamı yok.

 

     Yukarıda verdiğim örnekleri, Alper Bayındır’ın “Uzun Lafın Türkçesi” adlı kitabından aldım. Bu örnekler çoğaltılabilir. Konuşmada gereksiz sözcük kullanmak insanların çok yaptığı bir şeydir. Bu konuya dikkat etmek dilimizi güzel kullanmak açısından önemlidir. Bu yanlıştan uzak durmak için yapılacak şey ise : Sözcüklerin anlamını iyi bilmek; hızlı ve anlamsız değil, yavaş ve düşünerek konuşmaktır.

 

4. Telaffuz Yanlışları:

 

“Akabinde (Hemen sonrasında): Bazı kişiler, “ka” hecesini uzatıyor. Yanlış hiçbir hece uzamaz.

 

Akıbet (Sonunda): “k” sesi kalın söylenmeli

Dâhi: Konuşmadaki en yaygın yanlışlardan biridir. Pek çok kişi “Üstün zekâ ve yetenek anlamındaki “dâhi” ile “bile” anlamındaki “dahi” sözcüklerini karıştırıyor. “Üstün zekâ” anlamına gelen “dâhi” de iki hece de uzuyor. Diğerinde ise yalnızca “hi” hecesi uzuyor.

Ebedî (Sonsuza dek): “i” sesi uzun okunmalı.

Elçilik: “e”, açık “e” değil.

Fazilet: “zi” hecesi uzun. Fazi:let

Hakem: Sporcular, spor adamları bile Ha:kem diyor. Hiçbir hecede uzatma yok. Hakem.

Hamal: Hammal değil hamal.

Harikulâde: Bazı kişiler, Harükülade diyor, yani “i” ve “u” seslerini yanlış söyleyip “ka” sesini “ke” yapıyor. Birinci ve ikinci “a”nın uzun söylenmesi gerekir. Ha:rikula:de

İkametgâh: “ka” (ke) ince “k” değil, (ka) kalın “k” dir.

Meşale: Bazı kişiler, “şa” hecesini uzatıyor. Yani Meşa:le diyor. Hiçbir hece uzamaz. Yalnızca kesme işareti vardır: Meş’ale

Mütevazı (Alçakgönüllü): Toplumumuzda çok yaygın bir biçimde Mütevazi olarak söyleniyor. Doğrusu mütavazıdır. Mütevazi, paralel demektir.

Rakip: Hiçbir hecede uzatma yok. –e, -i, -in eki alınca “ki” hecesi uzar. (Rakip-Raki:bi.) Yine pek çok sporcu ve spor adamı “ra” hecesini uzatıyor.  

Şahane: İki “a”nın da uzun söylenmesi gerekir. Şa:ha:ne

Tahmini: İkinci “i” sesini kesinlikle uzatmak gerekir: Tahmini:

 

     Bir de, Batı dillerinden dilimize girmiş sözcükler var. Bunların yerine Türkçe sözcük koyamamışız: Sürpriz, priz, trafo, prematüre, prestij, kompleks gibi. Bu sözcükleri söylerken iki sessiz harfin arasına bir sesli harf sokmamak gerekir. Yani, süpiriz, piriz, tırafo, pirematüre, pirestij, kompilekis gibi.

 

Boğumlama Kusurları:

 

a) Atlama: Acelecilik ve konuşmaya önem vermeyişten kaynaklanan önemli bir söyleyiş yanılışıdır. Ör: Yazılış: kendisi/ söyleyiş:aynı/ yanlış:kensi  -                                                                                                                         yazılış: bir dakika / söyleyiş:aynı/ yanlış: bi dakika 

b) Pelteklik: Yeterli ses eğitimi almama, konuşmaya özen göstermeme, kötü konuşanlara öykünme ya da konuşma organlarındaki kimi bozukluklar nedeniyle seslerin birbirinin yerine çıkarılmasıdır. Dil ucuyla konuşma egemendir. Ör: /j/ yerine /z/: jilet- zilet    /ş/ yerine / s/: şapka- sapka  /e/ yerine /a/: bilet-bilat

c)Gılama: /r/ ünsüzünün boğazdan çıkarılmasıdır. Sevimsiz bir boğumlama biçimidir. Fransız fonetiğinde egemendir. Almanya’dan yurda dönenlerde görülen yaygın bir boğumlama kusurudur.

d) Islıklama: /s/ ünsüzünün, şiddetini arttırmaktan ve /r/ ünsüzünün çıkarılışında havanın dişlerin arasına doğru itilmesinden oluşur. /s/ ünsüzünün doğru boğumlanmasına ve /r/nin çıkarılışında havayı öne itmemeye dikkat ederek bu alışkanlıktan vazgeçilebilir.       

e) Ekleme: Dikkatsizlik, kolaylık ya da konuşulan dile yabancı gelen sözcükleri daha rahat söyleyebilme, eğitim

yetersizliği gibi çeşitli nedenlerle sözcüklere yeni ses ve heceler eklenmesidir. Örnekler: Kağırt(kağıt), tiren(tren), pilan (plan)        

f) Boğumlama Gecikmesi : Kimi çocuklarda yaşlarına göre boğumlamada gecikmeler görülebilir. Bunları çocuklara fark ettirmeden düzeltilme yolları aranmalı, gerekirse uzmanlara başvurulmalıdır.        

g) Ağır Boğumlama : Sözcüklerin içindeki kimi hecelerin uzatılıp,tümcelerin söylenişini geciktirmektir. 

h) Hızlı Boğumlama: Hızdan ötürü ne söylendiğinin belli olmayan bir geveleme havası veren boğumlama kusurudur.   

ı) Tutukluk: Seslerin, hecelerin, sözcüklerin aşırı yinelenmesi ve kimi tıkanmalar, ritmik bozukluklar yaratmak anlaşılmaz etki bırakır. Şiirleri ölçülerine dikkat ederek okumak, ardından düşüncelerini belirterek yeniden okumak yarar sağlamaktadır.  

i) Gevşeklik: Dil, dudaklar  ve yanakların boğumlamaya yeterince katılmamasından, boğumlama özelliklerinin yeterince belirginleşmemesidir. Dişler arasına kurşun kalem sıkıştırarak konuşma alıştırması yapılabilir.

k) Kekemelik: Söz söylerken bocalama, çekinme, kaygı izlenimi verebilecek biçimde duraklama; yüzde gerilme, buruşma, kızarma; ağzın, başın, elin istem dışı hareketleriyle hecelerin tekrarlanması anında ses, hece ve sözcüklerin patlamalı ve abartılı biçimde boğumlanmasıdır.  ”

    

Yukarıdaki örnekleri Sıddık Akbayır’ın “Dil ve Diksiyon” kitabından aldım. Bu örnekler yaptığımız telaffuz yanlışlarından sadece bir kısmı. Bu telaffuz yanlışlarından birini ya da bir kaçını bizler de yapıyoruzdur. Önemli olan kullanımımızın yanlışlığının farkında olmaktır. Yanlışımızı tabiî ki düzeltmeye çalışmalıyız. Ama düzeltemiyorsak hatamızın farkında olmak da önemlidir.   

 

5. Konuşmada Ağız Özelliklerinin Kullanımı:

 

Ülkemizin hemen her yöresinde farklı ağız özellikleri hâkimdir. İnsanlar bu ağız özelliklerine göre konuşur ve bunu bir yanlış olarak görmezler. Ama bildiğimiz gibi Türkçemiz için konuşma ve yazma dili olarak İstanbul ağzı belirlenmiştir. Yöresel ağız kullanmak insana sempatik bir hava verir. Bunun yanında sürekli bir yörenin ağzıyla konuşmak okul eğitimi alınmadığının da göstergesidir. Bunu düşünerek sempatikliği bir kenara bırakıp en kısa zamanda İstanbul ağzı ile konuşup yazmayı öğrenmek gerekir. Kültürümüzün bir parçası olan ağızlarımızı yok edelim demiyorum. Sadece onları yaşatmayı işlerinin uzmanı dilcilere bırakalım.

 

Örnekler: “Sen giderkene onları görmedin mi?” “Kendinden başkasına söz geçiremiysen.” “Etrafıma bakıyom ama kimseyi göremiyorum.”

 

6. Vurgu Yanlışları:

 

Sözcüklerden yola çıkalım: Benim, kürek, pabuçlarım, gülmedi… Bunlar; iki heceli sözcüklerde birinci, ikiden fazla hecelilerde ikinci heceye uygulandıkları için yanlış olan vurgulara birer örnektir. Şimdi de bir tümceyi ele alalım: “Ben senden çok sıkıldım.” Dört sözcükten oluşan bu tümce, vurgulanan sözcüklere ve hecelere göre, şu değişik anlamları içerir: a) Ben senden çok sıkıldım.(Çok sıkılan sen değilsin, benim.) b) Ben senden çok sıkıldım. ( Ben, başkasından değil, senden çok sıkıldım.) c) Ben senden çok sıkıldım. (Ben, senin sıkıldığından daha çok sıkıldım.) d) Ben senden çok sıkıldım.(Ben, senden bıktım, usandım, çok sıkıldım) e) Ben senden çok sıkıldım. (Ben, artık sana dayanamaz, seni çekemez, seninle yapamaz hale geldim.)

      

Görüldüğü gibi, vurgunun, sözcükte olsun, tümcede olsun, anlam belirtkenliği ve anlatımdaki işlevselliği yönünden önemi büyüktür.

     

Türkçe sözcüklerin vurgulanma özellikleriyle kurallarını bilmeyenler, Türkçeyi Türkçe konuşmayı hiç bilmezler. Konuşmada, kuşkusuz, güzellikten önce doğruluk gelir. Başka bir deyişle, boğumlanması düzgün, vurgulaması düzgün olmayanın konuşması güzel olmaz.

 

1. Tek heceli sözcüklerde sözcük vurgusu bulunmaz.( En, pek, çok… gibi derece belirteçleri hariç.)

2. Çok heceli sözcüklerde genel olarak vurgu son hecede bulunur.

3. İki heceli yer adlarında vurgu başta bulunur ( İZmir, KONya, SAMsun, AHlat…) Çok heceli yer adlarında vurgu, başa doğru sürülür; güçlü hecede yerleşir; yani, birinci hece daha güçlü ise, vurgu başta kalır ( ARdahan, KAStamonu, eDİRne, MaLATya, DeNİZli, İsKENderun…)”

 

      Yukarıdaki örnekleri Suat Taşer’in “Konuşma Eğitimi” adlı kitabından aldım. Görüldüğü gibi vurgu ile ilgili birçok kural vardır. Konuşmalarımızda sözcük ve tümce vurgusu ile ilgili kurallara uyarak konuşmamızı daha etkili ve güzel kılmalıyız.